haberkartali.net

“Beyaz tenli kardeşlerime…”

23 Haziran 2020 - 17:46
Beşiktaş'ın Ganalı yıldızı Kevin-Prince Boateng, profesyonel sporcuların kendi hikayelerini anlattığı Players' Tribune adlı platformda ırkçılığa dair farkındalık yaratacak bir yazı kaleme aldı.

Kevin Prince Boateng‘in Players’ Tribune için yazmış olduğu yazının Türkçe çevirisi şu şekilde:

“Bu yaşananlar yeni değil.

Yedi yıl önce, Milan formasıyla tüm siyahi futbolcularımıza top geldiğinde maymun sesleri çıkaran bir topluluğa karşı hazırlık maçına çıkmıştık.

26 dakika sonra hakeme gidip “Bunu bir daha yaparlarsa sahayı terk edeceğim.” dedim.

Bana, “Kafanı takma, sadece devam et.” dedi.

Devam ettim. İlerleyen dakikalarda tam rakibime çalım atıp ilerlerken aynı sesleri yine duydum.

Topu tuttum ve tribünlere şutladım. Ardından sahanın dışına doğru yürüdüm.

Bu, ırksal şiddete ilk kez maruz kalışım değildi. Ama bu sefer, adeta patlamıştım. Hakem bana sahaya dönmem konusunda telkinde bulunurken ona dönüp “Kapa çeneni.” dedim. “Bir şeyler yapmak için gücün varken kılını bile kıpırdatmıyorsun.”

Devamında rakip takımdan bir futbolcu geldi ve benden sahaya dönmemi istedi. Ona, “Sen de kapa çeneni. Neler yaptıklarını görmüyor musun, senin buna tepkin ne?” diye çıkıştım.

Çıkış tüneline doğru ilerlerken dönemin Milan kaptanı Massimo Ambrosini, “Ne yaptığının farkında mısın?” diye sordu.

“Yüzde yüz.” dedim.

kevin prince boateng

 

Size bunu neden yaptığımı açıklayayım. Bazıları, o maçın eğer bir Şampiyonlar Ligi maçı olsaydı ve biz önde olsaydık aynı hareketleri yapamayacağım konusunda beni eleştirdi. Fakat kendimi kontrol edemedim. Bütünüyle acı ve sinir dolmuştum. Sonunda da patladım. Beyaz tenli insanlar için bunu anlamanın zor olduğunu biliyorum. Bunun sebebi de daha önce sırf ten renkleri farklı olduğu için hiç kimse tarafından nefretle dışlanmamış olmaları. Açıklamaya devam edeceğim.

Ben dokuz yaşındayken takım olarak Doğu Almanya’ya bir futbol turnuvasına katıldık. Berlin’de fakir bir mahallede yetiştim. Aynı zamanda Ruslara, Çinlilere, Mısırlılara ve Türklere de ev sahipliğini yapan bir sokağımız vardı. Biz yalnızca bir an birbirimize kızdığımız için kavga ederdik, asla ayrımcılık yapmadık. Orada ırkçılığı hiçbir zaman tatmadım.

Fakat Doğu Almanya’daki turnuvada, saha kenarında maçı izleyen ebeveynlerin bana laf attıklarını duydum.

“Şu zencinin oynamasına izin vermeyin.”
“Alın topu şu zenciden!”

O an… darmadağın olmuştum. O kelimeyi daha önce sadece bir şarkıda ya da filmde duymuştum. Fakat benim tenimle alakalı bir hakaret olduğunu biliyordum. Kendimi çok yalnız, sanki hiç bulunmamam gereken bir yerdeymişim gibi hissettim. Bu yer, Berlin’den yalnızca 6 saat uzaklıktaydı. Nasıl olur da ülkenin bir tarafı beni severken diğer tarafı ten rengimden dolayı benden nefret edebilirdi ki? Bir çocuk olarak, bunu anlayamıyorsunuz.

Bu konunun üstesinden nasıl geleceğimle ilgili kimse ile konuşmadım. Berlin’e dönerken, gözyaşlarım tutamadım. Takım arkadaşlarım da benimle birlikte ağlamaya başladı. Hiçbirimiz ne olduğunu anlamamıştık. Anneme bu olaydan hiç bahsetmedim. Görmezden gelerek yoluma devam ettim. Bir gün bunların gelip geçeceğini düşündüm.

Fakat geçmedi. Üstelik, Doğu Almanya’ya gittiğim her sene daha da ağırlaşmaya başladı.

“Atacağın her gol için sana bir muz vereceğiz.”

“Seni bir kutuya koyup seni ülkene postalayacağız kahrolası zenci!”

Bunlar canımı çok yaktı. 14 yaşındaydım. Bir gün derste öğretmenimin yanına gidip, “Beni diğer çocuklardan daha farklı görüyor musunuz?” diye sordum.

“Hayır, neden ki?” diyerek cevapladı.

“Peki neden Doğu’da beni öyle görüyorlar. Burası benim ülkem, ben Alman’ım. Annem Alman. Beni neden başka bir yere göndermek istiyorlar?” dedim.

Bana dünyada bu tarz salak insanların olabileceğini ifade etti. Ağlamaya başladım. Hâlâ anlayamıyordum. Akabinde kafa karışıklığım, şüpheye dönüştü. Sizi tanımayan insanların bile sizden nefret ettiğini fark ediyorsunuz. Her melez Alman bunu yaşamıştır. Bu “Neden bana bakıyorsun, beni sevmedin mi? Kavga mı istiyorsun? İşine bak.” gibi bir şey…

Gittikçe saldırgan olmaya başladım. Her maç kırmızı kart görüyordum. Kızgın bir boğa gibi rahatsız edilmiştim.

Fakat en kötü tarafı da ne biliyor musunuz? Kimse benim safımda olmadı.

Bana neler yapıldığının farkındaydılar. Irkçılığı görüyorlardı ancak bunu kabullendiler. Ebeveynler sessiz kaldı. Hakemler mi? Hiçbir şey yapmadılar. Ya antrenörlerimiz? Görmezden geldiler.

Bu yüzden öğrendim. Sinirimi içimde tutmayı, hissizleşmeyi öğrendim.

Ancak 2013’te o maymun seslerini duyduğumda, o üzüntülerim, o sinirlerim tekrar açığa çıktı. Gözüm karardı. Başıma bir bela gelir mi diye düşünmedim. Hayatım boyunca dünyanın en büyük takımlarından birinde oynamak için çabaladım. Ve şimdi, hak ettiğim muamele bu muydu? Tıpkı çocukluğumdaki gibi. Anında sahayı terk ettim. Artık yetmişti. Bu insanlara karşı savaş açacaktım.

Ben tünele doğru yürürken birçok insan alkışladı ve yanımda durdu. Ve sonra -kilit nokta burası- takım arkadaşlarım da benimle birlikte yürümeye başladı. Sadece siyah tenliler değil, hepsi. Şu an bile bu konudan bahsederken tüylerim diken diken oluyor.

Soyunma odasına gider gitmez soyundum ve onlara sahaya dönmeyeceğimi söyledim. Hakem geldi ve bana oynamak isteyip istemediğimi sordu. İşte o an Ambrosini atladı ve “Prince oynamazsa kimse oynamaz.” dedi.

Vay be.

kevin prince boateng

 

Bu film tüm dünyada büyük olay oldu. Bir anda Gana’da, Çin’de, Brezilya’da duyuldu. Basın üstüne düştü. Cristiano Ronaldo ve Rio Ferdinand gibi büyük yıldızlar beni destekledi ve taraftarların yaptığı saygısızlığı kınadılar. Telefonum mesajlardan ve çağrılardan geçilmiyordu.

O gece, kendimi ırkçılığa karşı çıkan bir elçi gibi hissettim. Bunların hepsi siyahi bir oyuncu sahayı terk ettiği için yaşanmadı. Beyaz oyuncular da onunla birlikte çıktığı için yaşandı. En azından bir süre öyle gitti.

O an, bunun tam da ihtiyacımız olan değişim olduğunu düşündüm. Gerçekten. FIFA beni Joseph Blatter ile buluşmaya davet etti. Bana “Neler yapabiliriz?” diye sordu. Takip eden mart ayında FIFA, ırkçılık karşıtı bir teşvik planı hazırladı ve beni davet etti. Muhteşem görünüyordu. Maça çıkıyordum, antrenman yapıyordum ve aynı zamanda onlara anekdotlar veriyordum. Böylece bu konu hakkında kampanyalar, kurallar ve cezalar oluşturdular.

Blatter’e bir öneride bulundum. Stadyumlara mikrofon ve kamera konması gerektiğini ilettim. Eğer biri ırkçılığa yeltenirse “BAM!” dışarı çıkarılacaktı. Ona, “Bunu lütfen dene. Eğer tutarsa, kahraman olursun. Tutmazsa da en azından denemiş olursun.” dedim.

Fakat hiçbiri yaşanmadı. Ne zaman sahaya çıksam insanlar beni hedef aldı. Benim sinirlenmemi ve sahayı terk etmemi sağlamaya çalışıyorlardı. Hakeme gidip buna bir son vermesini istedim. Uyarı yaptılar. Bir iki dakika ses kesildi ve sonra tekrar başladılar. Bir ay sonra, basın da bu konu hakkında konuşmayı bırakmıştı. Ve Eylül 2016’da, FIFA’dan bir e posta aldım. Söyleneni asla unutmayacağım. Basitçe yazan şuydu: “Görev tamamlandı. Biz üzerimize düşeni yaptık.” Konuyu kapatıverdiler.

Temsilcimi aradım ve bunun bir şaka olduğunu söyledim. Neyi tamamladılar? Ne yaptılar ki? Takımları 30.000 avro cezalandırmak mıydı görev dedikleri? Sonraki hafta yine aynı kişileri stada almak mı? Böylece, çocukları da babalarını görüp onları örnek alacaktı öyle mi? 30.000 avro bir kulüp için ne ki ya? Hiçbir şey. Demek ceza dedikleri buydu.

FIFA’ya düzgün bir yasal düzenleme hazırlayıp bazı şeyleri değiştirebileceklerine dair inanmıştım. Bunu söylemekten korkmuyorum, bunlar gerçekler. Neden daha fazlasını yapmadıklarını bilmiyorum. Onlara sormalısınız.

Sadece, topun çizginin ötesinde olup olmadığını gösteren VAR’dan daha önemli olduğunu biliyorum. Gol çizgisi teknolojisi, kameralar ve her şey için fazlasıyla paraları var. Ama ırkçılık için? Hayır. Çünkü bu daha çok insanı tribüne çekmiyor ya da onlara daha çok para kazandırmıyor. Bu benim düşüncem.

Unutmadan, FIFA bu uygulamaya 2013’te başlamıştı. Tam YEDİ yıl önce.

Ve biz hâlâ aynı şeyleri konuşuyoruz… Hiçbir şey değişmedi, hiçbir şey. Değişmediği sürece de ırkçılık boyutları daha kötüye gidecek.

Biliyorsunuz. Her zaman Amerika’ya bakıp ırkçılığı tartışırız. Ama bunlar Avrupa’da da oluyor. Belki ölmüyoruz veya öldürülmüyoruz fakat bize daima vuruyorlar. Her zaman. Sadece Avrupa’da yaşananlar daha gizli kalıyor. Ben caddede gezerken insanların bana olan tutumlarını görüyorum. Yollarını değiştiriyorlar, cins cins bakıyorlar. Arabamdayken insanların benim hakkımda ne düşündüklerini sezebiliyorum. “Dövmeli bir siyahi nasıl araba sürebilir ya? Torbacı ya da rapçi olması lazım. Belki sporcu.”

Bu neden böyle? Çünkü ırkçılık içimize işlemiş. Çoğu işin tepesinde yer alan beyaz tenli insanlar da bunun değişmesini istemiyor. Niye istesinler ki? Hatta işlerine geliyor, tıpkı 300 yıl önce olduğu gibi.

Size bir örnek daha vereyim. Geçen sene ağustos ayında, eski kulübüm Schalke’nin başkanı Clemens Tönnies, akılalmaz bir ırkçı söylemde bulundu. Alman hükûmetinin, çevreyi korumak için vergileri artıracağına, Afrika’ya elektrik santrali kurması gerektiğini söyledi. Böylece Afrikalılar karanlıkta kalmadıkları için çocuk yapmayı bırakacaklarmış.

Şok olmuştum. Bu adamın takımında siyahi oyuncular var ya. “Kovun şunu!” modundaydım. Basın, “Evet bu yanlış bir tutum.” dedi. Kulüp de ırkçılığa karşı olduklarına yönelik bir açıklama yaptı.

Fakat ne oldu biliyor musunuz? O adamı 3 ay boyunca işten uzaklaştırdılar.

ÜÇ AY. Güzel bir tatil yaptı ve işine geri döndü.

 

kevin prince boateng

 

İşte sistem böyle işliyor. Bu tarz olaylar yayıldıkça daha da normalleştirilmeye devam edilecek. Ancak gerçek şu ki, bizler bu sistemi yönetenlerden daha fazla insana sahibiz. Biz daha güçlüyüz, sesimiz daha gür. Onlar, dünyaya karşı kazanamazlar. Bu imkansız. Bu, yalnızca biz bir arada durursak gerçekleşecek. Konuşursak, harekete geçersek.

Bu yazıyı yazmamın bir sürü nedeni var. Sinirliyim. George Floyd’un videosunu izlediğimde ağlamaya başladım. Ne olduğunu idrak edebilmek için tam 5 kez izledim. Eğer sesini dinlerseniz, “Nefes alamıyorum” ve “Lütfen, anne..” diyor. Bu çok acı verici. Ölüme bu kadar yakınken kiminle konuşursunuz? Tanrı. Çünkü onu görmeyi ve ondan affedilmeyi dilemek istersiniz. Ve ‘anne’. O an, Floyd öleceğini biliyordu. Biliyordu işte.

Bu olay beni hâlâ duygulandırıyor. Onun yerine kendinizi koyuyorsunuz. Sonra çocuğuma bakıyorum. Ben bunu ona nasıl açıklayabilirim ki? O insanı sırf ten rengi farklı olduğu için öldürdüklerini nasıl açıklayabilirsiniz ki? Beni endişelendiren, şu an anlıyor gibi görünmemiz. Akıllanmışız gibi duruyor. Fakat birkaç haftaya tüm dünya bunu unutacak.

Tıpkı 2013’te olduğu gibi.

İşte bu yüzden bu yazıyı yazmak istedim. Bu olaylar bitmiyor. Beyaz tenli insanların da bize destek vermesi lazım.

İşte bu yüzden, bizimle olduğunuzu söyleyin. George Floyd’un hissettiklerini kavrayabildiğinizi söyleyin. Bizi anladığınızı söyleyin. Ancak tüm çoğunluk bu değişimi isterse başarabiliriz. Anahtar nokta burası.

Ben üzerime düşeni yapacağım. Berlin’den başlayacağım. Sonra tüm Almanya, Avrupa ve Amerika, nihayetinde tüm dünya. Sponsorlarım anlaşmaları iptal eder mi, kulübüm beni kovar mı? Bunlardan korkmuyorum. Tek istediğim insanları uyandırmak. Siyahi toplumu için George Floyd Günü gibi bir kutlama günü oluşturmayı düşünüyorum. Bu konu hakkında şarkı da yazıyorum. İnsanlar bana hemen yayınlamam gerektiğini söylüyorlar ama hayır. Temmuz’da yayınlayacağım ki insanlar unutmasın.

Her şeyden önce şu kişilerin desteğine ihtiyacımız var.

Oyuncular:

Colin Kaepernick, LeBron James ve Megan Rapinoe gibi bu konu hakkında düzenli olarak duruş ortaya koyan sporcular var. Bunlar önemli yıldızlardan bazıları. Fakat dahası var.

Futbolcular, kulüpler, federasyonlar? Avrupa? Marcus Rashford dışında kim dünyaya bu platformları kullanabilmemizin mümkün olduğunu gösterdi? Ben pek fazla göremiyorum.

Geçen aylarda Avustralya yanarken herkes bu konu hakkında konuşuyor ve yazıyordu. Devasa paralar bağışlandı. Bunu görmek güzeldi. Ama şimdi? Hiçbir şey göremiyorum. Ne röportaj var ne de sporcular konuşuyor.

Neredesiniz gençler? Hani nerede dünyanın en iyi sporcuları?
Tepki koyacak karakteri olmayan çok fazla korkak sporcu var. Onları uyandırmayı ve bu direnişe destek vermelerini sağlamayı kendime görev edindim. Ben kendi sosyal medya hesaplarımdan yalnızca 8 milyon insana ulaşabiliyorum. Her birini kullanacağım.

Siz, dünya yıldızları. On milyonlarca takipçileriniz var. Gerçek yüzünüzü gösterme vakti geldi. Ama bu sefer reklam panolarında, parfüm veya ayakkabı reklamı ile değil.

Farkındalık yaratıp gerçek bir değişime katkıda bulunmak için. Gerçek bir hareket.

Her sporcuyu dinlemeye, anlamaya ve onlarla harekete geçmeye ihtiyacımız var. Kara Perşembe mi? Bu çok basit. “Irkçılığa hayır” yazan bir tişört mü? Peki, tamam. Ama dahası lazım.

Siyahilerin tarihini ve idol aldığınız siyahi sporcuların yaşadıkları mücadeleleri okuyup öğrenin.

Bir video yapın mesela. Deyin ki, “Dünyadaki tüm siyahi insanlarla birlikteyim. Hepiniz benim kardeşlerimsiniz, size seviyorum.”

Sponsorlarınıza slogan yaratmaktan öteye geçmelerini söyleyin. Yapmıyorlar mı? Güle güle. İşte benim istediğim bu. Ve gelecek haftaya kadar dahi beklemek istemiyorum. Şimdi yapın. Haftaya yapın. Ondan sonraki hafta da yapın.

Siz, dünyadaki en büyük sporcularsınız. Sizin bile bunu yapmaya şansınız yoksa kimin olabilir ki?

Siz ulaşamazsanız, kim ulaşabilir?

Basın Mensupları

Gazeteciler ve editörler, bu anların elinizden kayıp gitmesine izin vermeyin. Bir hafta sonra unutuvermeyin.

İnsanların LeBron’ın şut atma yeteneğinin veya Michael Jordan’ın “Flu Game” performansının konuşulmasını sevdiğini biliyorum. Anlayabiliyorum sizi. Fakat şu an daha önemli bir gerçek var. Ve siz de bu sorumluluğu almalısınız.

Irkçılık hakkında konuşmayı sürdürün. Konuyla ilgili haberleri ana sayfanızın en tepesinde veya gazetelerinize manşetten verin. Bırakın insanlar görsün, okusun. İnanın devamı gelecektir. Bu yıl, gelecek yıl ve sonrası. Buna ihtiyacımız var.

İnsanlarla röportaj yapın, görüşün. Irkçılıkla ilgili bu tarz hikayeleri olan bir sürü insan var. Belki onlar bizlere yeni bir bakış açısı yaratabilir. Onların sesi belki de sesini çıkarmaya korkanlara cesaret verebilir.

Beyaz tenli İnsanlar

Tekrar değinmek istiyorum. Beyaz kardeşlerim, dünyayı değiştirecek olan sizlersiniz. Size ihtiyacımız var. Özellikle de tam şu an. Bize yardım etmelisiniz.

Bazı insanlar, “Tamam ama tüm yaşamlar önemlidir yalnızca siyahlar değil.” diyor. Elbette öyle. Ancak siyahi topluluk yanıyor. Şöyle düşünün, benim evim yanarken senin evin yanmıyor, o an hangimizin evi daha çok öneme sahip olur? İşte bu yüzden bu ateşten çıkmamıza yardım edin ve hepimiz güzel evlerimizde yaşayalım.

Herkes bir şeyler yapabilir. Yapamayacağını düşünenler bile. Arkadaşlarımdan biri, trene atlayan biri gibi görünmek istemediğini söyledi. Ama bu senin istediğin tren işte! Bu tren, dünyayı değiştirecek olan tren!

Yani, sizden şunu istiyorum: Trenimize atlayın. Bazı insanlar bu durumdan nefret edecek. Bazıları size eleştirecek.

Korkmayın. Sessiz kalmayın. Biz, hep sizin yanınızda duracağız.

Tek istediğimiz, sizin de bizim yanımızda durduğunuzu bilmek.”

Bu çeviri, haberkartali.net’in özel çevirisidir. İzinsiz kullanılamaz.

Haber Kaynağı: haberkartali.net Özel Haber

Yorum Yap

Bir Cevap Yazın

Copyright 2019 HaberKartalı. Tüm hakları saklıdır. Fivi Yazılım
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır. Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz. Daha fazla bilgi için tıklayın.